Günümüzdeki yerel sağlık politikalarında olduğu gibi Antik Mısır’da da o dönemki nüfusta görülen hastalıklar tanımlanıp onların tedavilerine yoğunlaşılmıştı. Bir başka deyişle Nil vadisi ve çevresinde görülen hastalıklar antik Mısır tıbbının temelini oluşturmuştur. Hastalılara çözüm dendiğinde belli bir bilimsel metodolojik çalışmadan söz etmek mümkün değildir. Çünkü o zamanlarda Mısır’da tıbbın temelini dini inançlar, sihir, büyü ve bu ritüelleri gerçekleştiren din adamları önemli bir yer tutar. Ve ayrıca hekimlikte aile soyu vazgeçilmez önemli bir şarttır, babadan oğula geçen bir mesleki yaklaşım benimsenmiştir.
Hastalıkları teşhisi ve tedavisinde kendi çağının çok ilerisinde olan Mısır tıbbı, aynı zamanda anatomi alanına giren çalışmaları da içine dahil etmiş olup bu alanlar ile bilgilere da katkısı bilinmektedir. Tıp eğitimi günümüzde olduğu gibi antik Mısır’da da uzun sürmektedir. Günümüzde olan teçhizatlar olmadığından ötürü öğrencinin en iyi öğrenip pratiğe dökmesi gereken muayene tekniği ‘palpasyon’ dur. Bu gereklilikten şunu anlayabiliriz ki iç organların anatomisi ve onların topografisi hakkında günümüzdeki gibi olmasa da bilgiler vardı.
Peki bu bilgiler nereden elde ediliyordu?
Mumya Sanatı
Antik Mısır’da tıp denilince şüphesiz akla ilk gelen kavramlardan biri de ‘Mumya Sanatı’dır. Mumyalama tekniğin bir sanat dönüştürülmesinde en önemli basamak bu çalışmalar yapılırken Mısırlıların insan vücut yapısını ve anatomisi hakkında incelemeler yapmasıdır. Mumyalama işleminde organlar çıkarılmasına rağmen, anatomik bilgiler oldukça azdır. Mumyalama sırasında kafatasındaki organlar çengel ile burundan parça parça çıkarıldığında ötürü beyin, beyincik gibi merkezi sinir sistemine ait oluşumlar ve onların bütünlüğü üzerine bilgi edinilememiştir. Fakat torasik ve abdominal kavitedeki iç organlar ile bilgilere ulaşılmıştır çünkü vücudun sol tarafına açılan yarıkla çıkarıldıkları ve kafatasındaki organlara oranla vücut dışına çıkarıldıklarında bütünlükleri daha az bozulmuştur. Mısırlılar beynin fonksiyonsuz olduğunu düşünerek diğer organlar ile birlikte cesetten ayırıp sadece kalbi ve böbreği bırakarak mumyalama yaparlardı. Çünkü mumyalanan cesetler için kalp ve böbrek gibi organların kişinin öbür hayatında yaşamını sürdüreceğine inanırlardı.
Anatomik bilgilerin azlığı da cerrahi branşların gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir, sadece zaruri durumlarda uygulanan küçük cerrahi işlemler yapılmıştır, ama şüphesiz ki dinin ve cerrahinin kesişimi olan ‘Trepenasyon’ o zamanların gözde uygulamalarındandı.
Trepenasyon
Trepenasyon kafatasında belirli bir noktadan baş derisi kaldırıldıktan sonra bir parçanın beyine ve meninkslere zarar vermeden çıkarılmasıdır. Uzmanların çoğu, trepenasyon işleminden sonra kişilerin %80-90'ının yaşadığını ve ölenlerin de operasyonun kendisinden değil de postoperatif infeksiyonlardan kaynaklandığı savına yakındırlar. Bu işlem genellikle bregma noktasından (18-24. aylarda kapanan anterior fontikülün olduğu nokta) yapılır. Çünkü dini inanışlara göre o nokta vücudun enerji merkezlerinden olup kötü ruhların vücuda giriş çıkış yapıp insanı etkisi altına alabileceği yer olarak değerlendirilir. Trepenasyon işlemi, Avrupa’da, Anadolu’da çok yaygın olarak görülmekte iken antik Mısır’da ve Babil’de çok tercih edilen bir işlem değildi. Çünkü vücudu esir alan kötü ruhları kovmak için birçok inkantasyon (belli bir ritmi olan, dini ayinlerle kutsanmış büyü sözleri) ve ritüeller geliştirmişlerdir. Bunların çoğu zaman yeterli olduğu düşünülmektedir. Trepenasyonun az kullanılan bir işlem olduğu çıkarımına ayrıca Edwin Smith Papirüsü’nde de bahsedilmemesinden de ulaşabilir. Kahire’de bir profesör olan Elliot Smith, 15.000 kafatasını incelemiş olup trepenasyon izine rastlamamıştır.
Edwin Smith Papirüsü nedir?
Edwin Smith Papirüsü, M.Ö. 17. yüzyılda hiyeroglif alfabesi ile yazılan cerrahi teknikler ve anatomi ile ilgili bilgiler yazan dünya tarihinin en eski tıbbi dokümanı olup 1862’de Amerikalı Arkeolog Edwin Smith tarafından Mısır’da bulunmuştur.
Ayrıca, antik Mısır’da göz ve zührevi hastalıklar ile ilgili bakım ve tedavinin geliştiği de kaynaklara geçmiş olup diş, bağırsak ve mide rahatsızlıkları ile ilgili tedavi oldukça gelişmiştir. M.Ö. 2275 yılı civarında yaşamış ünlü hekim, bilgin, yazar ve mimar olan ‘İmhotep’in bu gelişime katkısı çok büyüktür.
Falcılık ve Anatomi: HEPATOSKOPİ
Antik Mısır’da fal bakma ve gelecekten haber duyup ona göre hayatını düzenleme çok önemi bir savunma yöntemi olarak görülmüştür. Fal bakma (hepatoskopi) karaciğer üzerinde yapıldığından bu organın yapısını falcıların çok iyi bilmesi gerekirdi, bu yüzden karaciğer modelleri üzerinden eğitim yaptırıldığı bilinmektedir. Diğer organlara oranla karaciğer hakkında bilgi daha fazladır. Aslında bu fal türünü ilk çıkaran Babil toplumudur ve ruhun karaciğere oturduğuna inandıklarından ötürü bu fal türünü ayrıca benimserlerdi. Bu falcılık yöntemi, Mezopotamya’dan Suriye, Filistin, Anadolu ve Avrupa’ya yayılmıştır.
ÖNEMLİ PAPİRÜSLER
Kahun Pairüsü (M.Ö.2000) = Jinekoloji ve hayvan hastalıkları
Smith Papirüsü (M.Ö.1600) = Cerrahi
Ebers Papirüsü (M.Ö. 1550) = Hekimlik bilimi üzerine genel bir bakış ve anatomi üzerine bilgiler
Hearst Papirüsü (M.Ö. 1500) = Farmakoloji ve reçete örnekleri
Carlsberg Papirüsü ( M.Ö. 1200) = Göz hastalıkları ve doğum bilgileri
*Ebers Papirüsü
Kaynakça:
· Collado-Vázquez, S, and J M Carrillo. “Cranial trepanation in The Egyptian.” Neurologia (Barcelona, Spain) vol. 29,7 (2014): 433-40.
· Antikçağdan Rönesansa Anatominin Kısa Tarihi, Prof.Dr. Gürsel Ortuğ
· Hande DUYMUŞ FLORIOTI ‘‘ESKİ MEZOPOTAMYA’DA KEHANET OLGUSUNA GENEL BİR BAKIŞ’’ Tarih Okulu Dergisi (TOD), Eylül 2013, Yıl 6, Sayı XV, ss. 23-42.
Yazan: Elif Cengiz
Comentários